>Cunda (Alibey) Adası Rehberi

>

Görmemişim tatili olmuş tutmuş 4 günü uzata uzata anlatmış! Ahhh nasıl anlatmam! 1 senedir bu anı bekledim yavriler çok görmeyin bunu bana! Bayramda hatta Ağustos’un ortasında Cunda’ya gidip rüzgar ve soğuktan ötürü denize giremeyen arkadaşlarımı duyduktan sonra, yere göğe sığdıramadığım şu 4 günlük tatilimde böyle sıcak bir havayı yakalamış olduğum için 32 dişim ortada gezindim durdum 🙂 Ahh bir de şu yüzümün yarısını kaplayan kara gözlüklerimi çıkartmayı akıl etseymişim süper olacakmış! Yüzümü zenci-beyaz karışımı ortaya karışık bişeye çevirdim ama olsun!

Ayvalığa mı gidiyorsunuz aaa Eylülde totuşunuz donar ama olsun bol bol balık yersiniz diye beynimi yıkayan arkadaşlarım yüzünden bikinimi almadan elimi kolumu sallaya sallaya gitmişim oralara! Tabii otelin önünde yüzenleri görünce ilk iş olarak adanın en ücra köşesinde kalan son bikiniyi satın alarak attım kendimi sulara!

Biz Deniz Otel‘de kaldık, çok merkezi bir yerdeydi, tam bir aile pansiyonu gibiydi ve önünde güzel bir plajı vardı, ilk gün bu plajı kullandık. Burcu odaları çok şirin olan Moshos Butik Otel‘i tavsiye etmişti ancak biz rezervasyonumuzu çok önceden yaptığımız için Moshos’u sadece fotoğraflamakla yetindik. Yine de tavsiye için çok teşekkürler Burcu’cum!

Benim Cunda olarak bildiğim Alibey Adası’nın bugünkü ismi, Kurtuluş Savaşı’nda padişahın “Yunanlılara teslim olun” emrine karşı gelerek silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya’ya ithafmış…

Yapım tarihi 1873 olan Taksiyarhis Kilisesi’nin içinde balık derisi üzerine işlenmiş Yunus Peygamber’in, Azrail, Cebrail meleklerinin ikonaları bulunmaktaymış. Bu ikonalar hala duruyor mu yoksa talan edilmiş durumda mı hiçbir fikrim yok çünkü restorasyon çalışmaları nedeniyle kiliseye girmek yasaktı. Bu arada bu nasıl bir restorasyonsa 2006 yılından bu yana bir türlü tamamlanamamış!

Türkiye’nin İlk Boğaz Köprüsü tabelasını gördüğüm zaman kıkır kıkır gülmüştüm ama gerçekmiş! Dolap Boğazı mevkiinde, Alibey ve Lale Adalarını birleştiren Türkiye’nin bu ilk boğaz köprüsü 1896 yılında inşaa edilmiş!

Arnavut kaldırımlı sokak aralarında dolaşmak hatta dansetmek ayrı bir keyifti!

Gül’ün bir çok tavsiyesini yerine getirdim 🙂 Bunlardan biri de Taş Kahve idi, sakızlı Türk kahvesini höpürdeterek içtik 🙂 Bu arada Deniz Otel’in yanında yer alan nargilecinin sakızlı kahvesi de çok güzeldi 😉

Tatillerin benim için yeni keyfi bol bol fotoğraf çekmek ama sonra 400 fotonun içinden seçim yapmak tam bir işkence 🙂

Hmmm bir de tatillerde deniz sonrası duş alıp iyice ortaya çıkan yanık ten ve hafif nemli saçlarla süslenip gecelere akmaya bayılıyorum!

Cunda Adası’na yolu düşenler mutlaka Ortunç Koyu’nu görmeli, Ortunç’un denizi tek kelimeyle muhteşemdi! 2 gün boyunca orada yüzdük, illa konaklamanıza gerek yok girişte kişi başı 20 TL ödeyerek plajını kullanabiliyorsunuz…

Biz 2010 yazı için şimdiden Ortunç’ta haftasonu kaçamak hayalleri kurmaya başladık bile! Ne demişler insan hayal ettiği müddetçe yaşar 🙂

Aşıklar Tepesi’ndeki değirmende güneşi batırdık. Bu eski Rum şapeli 2007 yılında Rahmi Koç tarafından yeniden restore edilerek halkın hizmetine kütüphane olarak açılmış.

Akşam üstü 6’da orada olduğumuz için kütüphanenin saatini kaçırdık, kitapları göremesek de çaylarımızı yudumlayarak manzaranın keyfini çıkarttık…

Cunda’ya gidip balık yemeden dönmek olur mu hiç! Saki Kaptan’ın Yeri Papalina’da bilin bakalım ne yedik?

Papalina balığını ben ilk defa burada yedim, görüntü olarak hamsiyi andırıyordu ancak tadı daha keskindi… Bu balığın Avrupa’daki adı Çaça‘ymış ne hoş di mi 🙂

Eğer Gül bana Ayvalık’ta Halk Bankası’nın arkasında yer alan Güler Pastanesi’nin sakızlı dondurmasından bahsetmeseydi inanın önünden geçsem bile içeride dondurma satıldığını düşünmezdim bile! Şimdi ben blogumu ve sizleri nasıl sevmem??? Sizin sayenizde birçok yer keşfetmiş oldum 😉 Gül’cüğüm çoook teşekkürler!
Siz Ayvalık’ta vakit kaybetmek istemezseniz Cunda’da balık lokantalarının sırasında en başta yer alan Öztürk Aile Çay Bahçesinin sakızlı dondurmasını da deneyebilirsiniz 😉

Ben tatillerde yerel pazarları özellikle köy pazarlarını dolaşmaya bayılırım! Cunda Adası’nın meydanında cumartesi günleri kurulan mini pazarı tam bir renk cümbüşüydü! Hem meyve ve sebzelere hem de köylülerine bayıldım. Pazarcı teyze de çok şekerdi, lütfen kolundaki bileziklere bir bakın; kadın hangi yaşta ve nerede olursa olsun yine kadın değil mi?!

Biraz soluklanmak iyi gelecek sanırım 🙂 Arka sokaklardaki cafelere de bayıldım! Biz son gece balık yemek istemedik, Uno‘yu tercih ettik ve çok beğendik. İstanbul’daki cafelerden farksızdı! Kokteyllerinden strawberry dream harikaydı!

Gidilen yerlerden bir anı bir hatıra toplanmazsa olmazzzz ! Bu 1 numaralı kuraldır 🙂

Bir diğer tavsiye noktası da Ayvalık’ın dışında yer alan Şeytan Sofrası oldu. Tanrım o ne rüzgardı uçuyorum sandım! Rivayete göre burası şeytanların buluşup yemek yedikleri yermiş. Şeytana ait olduğuna inanılan demir parmakla çevrilmiş ayak izinin içi dilek için atılan bozuk paralarla dolmuş. Ben dilek dilemektense (rivayette olsa şeytana ait olan bir şeyden hiçbir dilekte bulunmak istemedim!) fotoğraf çekmeyi tercih ettim…

4 günün sonunda güzel anılarla veda ettik Cunda’ya… Umarım en kısa zamanda bu şirin adaya yine yine ve yine yolumuz düşer! Tavsiyeleri ile tatilimize ışık tutan tüm güzel yüreklere kocaman teşekkürler!!!

>U.F.O. ???

>

Blogger’daki sorun nedeniyle dün gece fotoları bir türlü ekleyemedim. Neyseki sorun hallolmuş gözüküyor. UFO’lara ne kadar inanıyorsunuz bilmiyorum ama perşembe gecesi Cunda Adası’nda ayı çekmeye çalışırken tesadüfen gördüğüm bu cisimler beni hayrete düşürdü! Hayatımda daha önceden böyle bir şey görmedim açıkçası gazetelerde çıkan haberlere de hep şüpheyle bakmışımdır. Başka biri anlatsa benimle kafa buluyor diye düşünüp ciddiye bile almazdım ta ki perşembe gecesine kadar!
İşin enteresan yanı çarşamba akşamı Saba Tümer’in konuğu Haktan Akdoğan’ı (Sirius Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı) pür dikkat dinlemiş, uzaylı gördüğünüzde korkmayın konuşmanıza gerek yok telepati yoluyla anlaşın diye o anlattıkça içimden keşke ben de bir UFO görsem diye geçirmiştim. İnsan olur da bu kadar temiz kalpli olur mu 🙂 Ertesi günü bu fotoğrafları çektim! Ve bu cisimler kesinlikle gözle görülmüyordu, sadece fotoğraf makinesi yakaladı, neredeyse yarım saat orada durduk bir sürü kare yakalamaya çalıştık. Önce 3 tane, biri sağda biri solda diğeri de ortada duran, mor renkli şemsiyeye benzeyen cisimler vardı deniz anası gibi aşağı inerken açılıyor yukarı çıkarken kapanıyordu (tabii bunlar fotoğraf makinesinden arka arkaya çektiğimiz fotolardan çıkardığımız sonuç) ve bir aşağı bir yukarı aynı noktada hareket ediyorlardı. En son yakaladığım karede ise böyle ışıklı parlak bir cisim belirdi. Ve sonra hepsi tamamen kayboldu. Fotoğraf makinesinden kaynaklanan bir sorun veya birşeyin yansıması desem neden hareket etsin ve neden birden ortadan kaybolsun?! Belki UFO değil başka birşeydi ama ben yine de bu fotoğrafları incelemeleri için Sirius’a göndermek istiyorum. Sizlerin de fikrini merak ediyorum (fotoğrafların üzerine tıklayıp büyütebilirsiniz) ne diyorsunuz uzaylılar bizim gibi Cunda’ya kısa bir gezi düzenlemiş olabilirler mi 🙂

Fotoğraf makinesinde ilk farkettiklerimiz bu mor şemsiyeye benzer cisimlerdi…

En son ortaya çıkan cisimin yakından görüntüsü…

>Yolculuk

>

Benim az sonra anlayışım da evlere şenlik oldu 🙂 Bugünkü koşturmacadan ancak şimdi yazmaya fırsat bulabildim! Perşembe sabahı erkenden yola çıktık ve 7:00’de kalkan feribota binip Bandırma’ya doğru yola çıktık.

Üzerimde uyku mahmurluğu var sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Sabahın körü olabilir ama gözlerim bir kartalınki kadar keskindir, feribottaki ünlüyü gözlerim anında mimler!

Bir zamanların yakışıklı jönü Ediz Hun huysuz bir dede olmuş artık, tüm yol boyunca somurtup durdu belki sadece sabahları böyle aksi uyanıyordur kimbilir?!

Bayram sonrası ve hafta ortası olmasının etkisiyle yollar bomboştu!

Valla yeme içme fotosu paylaşıyorum diye hiç kızmayın bana! Burada sanat icra ediyorum ben! Bienal’de gördüğüm ortası delik ekmekten sonra benim bol köpüklü Susurluk ayranım olsa olsa sanat şaheseri olur 🙂

Veee 4 saat sonra Ayvalık’taydık! Cunda Adası’nın diğer adının Alibey Adası olduğunu ve Ayvalık ile arasında bir bağlantı yolu olduğunu öğrenmiş oldum 😉

Cunda detaylarını ayrı bir yazıda paylaşmak istedim, gitmek isteyenlere bir rehber olur belki… Amaaa öncesinde daha fazla merak uyandırmadan UFO fotosuna geçiyorum 😉

>Hamuristan’a Hoşgeldiniz!

>


Miso’nun gözünü kırpmadan baktığı şey ne olabilir? Tabii ki özene bezene yaptığım hamurlar! Bayramda hamurlarıma da vakit ayırdım, bir kısmını yaptım, bitenleri çok yakında postaya veriyorum, umarım herkes beğenir… Şimdi sırada teyzeme palyaço, Pinky’e beğendiği için sarhoş kedi var. Atladığım kimse yoktur umarım?! Bunun dışında Elçin’in blogunda bahsettiği İzmir’deki Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Kliniği’nde yatan ve ufacık hediyeler aldıklarında dünyalar onların olan minik yavrular var. Onlar için minik hayvanlardan oluşan bir set yapıyorum, hepsi bittiğinde çocuk kitapları ile birlikte hastaneye postalayacağım umarım bu şekilde oradaki altın kalplere biraz olsun pozitif ışık göndermiş olurum…







>BB = Bayram + Bienal

>

4 gün, 4 koca gün su gibi aktı geçti anneannemin cevizli baklavası, babaannemin zeytinyağlı dolması ve tatilin tadı damağımda kaldı ! Şehir bizi kapkara bulutlara teslim etse de biz şehri terketmedik ve bayramı geleneklerimize göre kutlamak istedik…
Biliyorsunuz ben ne zamandır kutu da kutuuu diye sayıklıyordum, sevgili Elçin bana Eminönü’nde harika bir yer önerdi ve öyle güzel tarif etti ki mağazayı elimle koymuş gibi buldum ancak 365 günün en olmayacak tarihinde tam Arife gününde Eminönü’ne gitme hatasında bulundum 🙂 Vallahi o gün kalabalıktan ister istemez tanımadığım bir dolu insanla kucaklaşıp bayramlaştım 😛 Ama çektiğim tüm eziyete değdi doğrusu istediğim herşeyi mağazada buldum ve torbaya doldurdum, Elçin buradan sana tekrar sonsuz teşekkürlerimi yolluyorum!
Arife günü önce halka karıştım sonra modern sanatla buluştum, kısacası ufak çaplı bir kültür şoku yaşadım! Bienal‘in B’sini anlayan varsa hodri meydan! Tanrım o nedir öyle?! Allahtan sadece Antrepo No.3’tekini gezdik, Tütün Deposu ve Feriköy Rum Okulu’ndakilere de baksaydık beynimizde kalan son hücreler de kesin oracıkta mefta olacaktı! Antreponun girişinde bizi Canan Şenol’un “Çeşme”si karşıladı, çeşme dediğim de yakın plan çekilmiş bir çift kadın memişi, kadının göğsünden ağır ağır damlayan süt ve arka fonda şıp şıp damlayan süt sesi! Bismillah ilk şoku yaşayarak başladık dolaşmaya…

Sütten sonra bir dilim ekmekle karşılaştık. Hans-Peter Feldmann’ın ortası yenmiş geriye kabuğu bırakılmış “Ekmek”ini yemin ederim ben biri yedi de orada bıraktı sandım (iyi ki 3 kere öpüp başıma koymamışım :P) meğer bu ekmek yaşamın ve emeğin aynı zamanda güvensizlik ve fakirliğin de simgesi olduğunu söylüyormuş bize!

Nam June Paik’in 45 tane Time dergisine iliştirdiği Paik şunu yaptı, Paik bunu yaptı gibi saçma konuşma balonları…

Michel Journiac’ın “Sıradan Bir Kadının Hayatında 24 Saat” adlı sahnelenmiş fotoğraf döngüsü… Bu arada farkettiğiniz gibi sıradan kadın pek de sıradan değil!

Etcétera…’nın Hepimiz Eröristiz manifestosu…

“Ben bişi annamadım bu neööö” demeye çekindiğim için her şeye uzun uzun bakıp (aslında buna melül melül desek daha doğru olur!) hmmmm hmmmmm evettt gibi mırıltılar çıkartarak sergilediğim sanat eleştirmeni tavrım başıma giren ağrı ile yerini acil itirafa bıraktı, meğer sevgilim de benimle hemfikirmiş! En sonunda Bienal’den HİÇBİR ŞEY anlamadığımızı birbirimize itiraf ettik!

Ama bir kişinin hakkını yemek istemem! Rena Effendi’nin “Boş Hayaller: Boru Hattı Boyunca Yaşanan Hayatların Bir Tarihi” (2002-2007) isimli fotoğraf dizisini çok beğendim! Sanatçı Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını izleyerek petrol endüstrisinin insanların yaşamı üstündeki etkisine odaklanmış, çekilen fotoğraflar gerçekten çok etkileyiciydi. Benim gibi fotoğraf çekmeyi sevenler; Rena Effendi’nin websayfasına bir göz atmanızı tavsiye ederim…

Modern sanatın özellikle de video enstalasyonlarının asla bize göre olmadığına karar verip Bienal’i terk ettik! Ama Bienal’de yeterince kaşınmamış olmalıyım ki hazır gelmişken bir de İstanbul Modern’de yer alan Sarkis’in “Site” sergisini gezelim dedim…

Site, sanatçının 1960’ların başında gerçekleştirdiği kâğıt üzerine guvaş çalışmalarından başlayarak, 1970’li yılların katran malzemeli karanlık enstalasyonlarına, 1980’li yılların kurum eleştirisi taşıyan düzenlemelerine, 1990’ların neon çalışmalarına ve farklı kültürleri bir araya getiren çalışmalarına kadar geniş bir yelpazeden oluşuyor. Uzun elbiseler, değişik görseller ve tuhaf sesler arasında dolaşırken kendimi bir rüyada gibi hissettim, o kadar etkilenmişim ki gece yattığımda kabus gördüm! Gerçekten kabus gördüm!

Son olarak paylaşmak istediğim bir tablo var… İstanbul Modern’e giderseniz sürekli sergi içerisinde yer alan Ramazan Bayrakoğlu’nun “Alexandra Maria Lara’nın Portresi”ne mutlaka bakın. Bence tek kelimeyle MUHTEŞEM! Tabloya uzaktan baktığınızda yağlı boya zannediyorsunuz ama yaklaştıkça tamamen kumaş parçalarından oluştuğunu anlıyorsunuz!

Sergileri dolaşmayı seviyorum, özellikle geçmişten günümüze gelen tablolara bakıp kimbilir hangi koşullar altında bu tabloya hayat verildi gibi düşüncelere dalmaktan keyif alıyorum. Ancak sanatçı ile izleyici arasında bir bağ kurmakta zorlanan eserler beni zorluyor, bunlardan pek haz alamıyorum, özellikle video sanatının kesinlikle bana hitap etmediğini düşünüyorum. Belki de sanata bakış açım bu noktada sığ kalıyor ve anlamakta güçlük çekiyorum, ben verilmek istenen mesaj nedir diye düşünürken belki bir başka bir kişi aynı çalışmaya sanat şaheseri gözüyle bakıyor olabilir… Sanattan alınan tat herkese göre değişir pek tabii… Ama şu kısa sanat etkinliğinden benim anladığım tek bir şey var ki Bienal’i ben uzun süre almiii !

>Ayılana Gazoz, Bayılana Limon

>

Geçen ay İstanbul Fashion Days’de gezinirken, Dice Kayek tarafından tasarlanan (bu arada Dice Kayek bu tasarımı ile modanın dışında ilk defa bir endüstriyel tasarım ürünü yaratmış) ve Şişecam tarafından üretilen lacivert cam şişede sunulan Uludağ’ın yeni maden suyu Uludağ Premium’u deneme fısatım oldu ama ben içinden çok şişenin rengine vurulduğum için içmeyi bırakıp fotoğrafını çekmeye başladım 🙂

Vallahi Uludağ’da çalışan akrabam yok sadece sevdiğim, beğendiğim şeyleri sizlerle de paylaşıyorum ve bu sefer tesadüfen aynı marka denk geldi 🙂 Şimdiki gazozlar fazla asitli olduğundan mıdır nedendir bilmiyorum küçükken içtiğim o eski gazozların tadını bana vermiyor-du ta ki geçen gün Efsane Uludağ Gazozu içene kadar… Yumuşak tadı ile içer içmez beni Dalaman Seka yıllarımıza geri götürdü, o yıllarda ablamla elimizden gazoz şişesini eksik etmez, bardağa koymadan kağıt pipetle nefes almadan içerdik, hmm bir de gazoz bitmiş olsa bile buna inanmamak istercesine pipetle o tuhaf forkk furrkk sesleri çıkartırdık. Sanırım bu o dönemin tüm çocuklarının seslice yerine getirdiği bir ritüeldi 🙂 Ne güzel yıllardı onlar!

Gazozu koyalım bir kenara, geçelim limona! N’olur söyleyin bana bu fotoyu görür görmez ağzınız otomatikman sulanmadı mı? Sulandı di mi 🙂 He şimdi anlatacağım şeyi destekliyim diye önden böyle bir klasik koşullanma örneği vermek istedim. Aynen bunun gibi benim de otomatikman yaptığım birşey var; Lambada müziğini duyunca hemen ön dişlerimi yoklama gereği duyuyorum 🙂 Ben 12 yaşında bir yavriyken bir gün beden eğitimi dersinde ne akla hizmetse okulun minnacık soyunma odasında 10 kız bir araya gelip o zamanın meşhur lambada dansını uygulayalım dedik 🙂 Ama tek godik ben olmamalıyım ki dansı ikili ikili değil 10 kız birbirine sarılmış şekilde uygulamaya çalıştık, evet o zamanın biz çocukları bir tuhaftık kabul ediyorum 🙂 Bu toplu lambada esnasında tabii bulunduğumuz odanın da fare deliği kadar küçük olması sebebiyle birden hepimiz domino taşları gibi yere kapaklandık. Şöyle de bir parantez açıyım o zamanlar vücudum 5.6 yazılımına henüz geçmemiş, 4.2 sürümünü kullanıyordu ya da şu şekilde izah ediyim, kastamonu sepetinin altı henüz yoktu sadece sapı mevcuttu, hey gidi çiroz günler heyy! Bu kapaklanma esnasında en çelimsiz ben olduğum için tabii en altta kalan da ben oldum veee ayağa kalktığımda aynen böyleydim:

Büyük bir başarı örneği göstererek ön dişimi dik açılı üçgen gibi kırabilmeyi başarmıştım! Tabii oracıkta şoka girdim, elimde kırık dişim aynı okulda okuduğumuz ablam Decaf Latte‘me AFLAAAA (ön dişteki kırık nedeniyle böyle çıkıyordu) diye zırlayarak gittim, o saatten sonra ablam ne yapacaksa hee heee 🙂 Annem okula gelip beni almış ve hemen diş doktoruna götürmüştü. Artık takma dişli bir Noni olarak hayatıma devam edeceğimi unutarak 2 gün sonra koca bir elmayı hart diye ısırmış ve sevgili yapma dişim elmanın üstünde kalmıştı 😛 Vee dejavu, yine dişçi koltuğunda tek dişi kalmış canavar olarak sırıtıyordum 🙂 Sonra o diş bir sürü doktorun elinden geçti ve işte bugünkü halini aldı 🙂 Üstünden yıllar geçmiş olsa bile ne zaman Lambada şarkısını duysam bir tuhaf oluyorum ve tabii elmayı asla ısırarak yemiyorum!

http://muzicons.com/musicon_v_srv_new.swf

Ay ne çok konuştum bugün, bu kadar gazoz-limonun üstüne bir Adnan Şenses gibi belime ceket bağlamadığım kaldı hii hii 🙂 Bayram sayesinde kavuştuğumuz şu 4 günlük tatilin enerjisi çeneme vurmuş olabilir mi acaba?! Hepinizin Şeker Bayramı’nı şimdiden kutluyor, sevdiklerinizle birlikte güzel bir bayram geçirmenizi diliyorum!

>Kırmızı kurdele

>

Buyrun Noni’nin ilerdeki lohusa fotosuna gelin 😛 Kolumda tosunum, kucağımda ise bunun babası kim yahu dedirtecek kara bir velet yorgunluktan bitap düşmüş ama zafer pozu veren imitasyon anne 😛 Bu fotomu da gördükten sonra %100 emin oldum, ileride bir gün anne olursam doğumhaneye fotoğraf makinesi ile gireni karnı burnumda halimle kovalıycam vallahi! Prensesim doğum fotoğrafçısı olarak seninle oturup bu konuyu ayrıca bi konuşmamız gerekiyor 😉 Bebeğin tabii ki ilk anları karelensin, bunlar çok özel anlar ama ıkınmaktan ağzı burnu şişmiş mutasyona uğramış bir annenin fotoğraflanmasına karşıyım ben, bir kadının manen ennn güzel ama şeklen en çirkin hali doğum sonrası hali bence, açıkçası ben kendimi bu şekilde hatırlamak hiç istemem yukarıdaki halime bile zor tahammül ettim 😛

p.s. Ayy fotoya bakınca aklıma takıldı şimdi, kıssslar lütfen hamileyken göbek deliğinin dışarıya fırtlamadığını söyleyin bana !!!

>Ben yokkene

>

Verdiğim bu uzuuun arada:

Bir partiye gitmekten son anda vazgeçtim.
Onun yerine mutfağa girip yemek denemeleri yaptım.
Kedilerimle barış çubuğu yakmaya çalıştım ama barış gitti elimde kaldı bir çubuk!
Bizim kızlarla buluştum.
Rengini çok beğendiğim bir ayakkabıyı aldım.
Ayrıca sevgilimden salsa dersleri aldım 🙂
Hamurlarımla oynadım.

Sonra bir düğüne katıldım 🙂

Hepsi bu kadar!






Nerminim benim pisilerden sonra kedileri sevdiğini söylemiştin ya bu alkolik kedicik senin bu yüzden 🙂



Bu çiçeği burnunda çift gibi çoook tatlı oldukları için farecikleri

Ayakkabı Perime hediye edeceğim…

Bu mahsun Panda’ya kısa sürede bir eş bulmak lazım!

*** Teyzoşuma (yapmıştım ama Miso Bey’in gazabına uğradı), Kristin’ime, Harika’ya, Colorsofangel’a, Damlo’ya ve Pommeler’e hediye etmek üzere sırada yapacağım çoook hamurum var, keşke daha fazla zamanım olsa hmmm bir de yaratıcılığım tabii !!!